Temizlik
Sadeleştirilmiş 30.Lem'a Sayfa 420-425
Metni Pdf Olarak İndirmek İçin Tıklayınız
Otuz Birinci Mektup’un Otuzuncu Lem’a’sı ve Eskişehir Hapishanesi’nin bir meyvesi. Altı “nükte”dir.
Denizli Medrese-i Yusufiye’sinin[1] çok mühim bir dersi Meyve Risalesi ve Afyon Medrese-i Yusufiye’sinin kıymetli ve mükemmel bir dersi el-Hüccetü’z-Zehrâ olduğu gibi, Eskişehir Medrese-i Yusufiye’sinin gayet kuvvetli ve mühim bir dersi de, İsm-i Âzam’ı taşıyan altı ismin altı nüktesini beyan eden bu Otuzuncu Lem’a’dır.
İsm-i Âzam’dan Hayy-ı Kayyûm’a ait pek derin ve geniş meseleleri herkes, birden anlayamaz ve ondan zevk alamaz, fakat hissesiz de kalmaz.
Birinci Nükte
Allah’ın Kuddûs isminin bir nüktesine dairdir.
Kuddûs ismi hakkındaki bu nüktenin, Otuzuncu Söz’ün sonuna eklenmesi uygundur.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَاْلاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ[2]
ayetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzam’ın altı nurundan biri olan “Kuddûs” isminin bir cilvesi, bana Şaban-ı Şerif ayının sonunda, Eskişehir Hapishanesi’nde göründü. Cenâb-ı Hakk’ın hem varlığını hem de birliğini tamamen, apaçık bir şekilde gösterdi. Şöyle gördüm:
Bu kâinat ve yeryüzü, sürekli işleyen büyük bir fabrika ve her vakit dolup boşalan bir han, bir misafirhanedir. Böyle işlek fabrikalar, hanlar, misafirhaneler; pis atıklarla, enkazlarla, süprüntülerle çok kirlenip bulaşık hale gelir ve her tarafta kötü kokulu maddeler birikir. Eğer çok dikkatle bakılmaz, kirlerden arındırılmaz ve süpürülüp temizlenmezlerse içlerinde durulamaz, insan oralarda boğulur.
Halbuki bu kâinat fabrikası ve yeryüzü misafirhanesi o kadar pak, temiz ve kirsizdir, bulaşık şeylerden ve kötü kokulardan öyle arınmıştır ki, içinde lüzumsuz tek bir şey, faydasız tek bir madde ve rastgele bir kir bulunmaz; görünüşte bulunsa da, hemen onu dönüştürecek bir makineye atılır, temizlenir.
Demek, bu fabrikaya bakan Zât çok iyi bakıyor. Buranın, temizliği gözeten öyle bir Sahibi var ki, şu koca fabrikayı ve büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, düzene koyup kirlerden arındırır. Evet, bu çok büyük fabrikanın içinde, büyüklüğü ölçüsünde pis atıklar, enkaz artığı kirli maddeler, süprüntüler bulunmuyor. Aksine, büyüklüğü ölçüsünde temizliğine ve kirlerden arınmasına dikkat ediliyor.
İnsan, bir ay boyunca yıkanmaz ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir. Demek ki, bu âlem sarayındaki paklık, arınmışlık, nuranîlik, temizlik; sürekli olarak gerçekleşen hikmetli, dikkatli bir temizleme faaliyetinden ileri geliyor. Eğer o sürekli temizleme, süpürme ve dikkatli bakım olmasaydı, yeryüzünde sadece bir senede yüz binlerce cins hayvan boğulurdu. Ve göklerin sonsuz boşluğunda çarpışan, dağılan, ömrü biten kürelerin ve uyduların, belki sönmüş yıldızların enkazı, yerkürenin, dünyamızın başına, belki başımıza ve diğer canlıların üstüne düşerdi. Dağlar büyüklüğündeki taşları tepemize yağdırır ve bizi vatanımız olan bu dünyadan kaçırırdı. Halbuki eskiden beri gökcisimlerinin parçalanıp yeniden yaratıldığı o yukarı âlemlerden, ibret olsun diye yalnız birkaç göktaşı düşmüşse de hiç kimsenin başına isabet etmemiştir.
Hem yeryüzünde her sene ölüm ve hayatın devridaimi ve mücadelesi sebebiyle yüz binlerce hayvan cinsinin cenazeleri ve iki yüz bin bitki türünün enkazı, toprağın ve denizin üstünü öyle korkunç bir şekilde kirletirdi ki; şuur sahipleri, değil onları sevmek, onlara âşık olmak, belki böyle bir çirkinlikten nefret edip ölüme ve yokluğa kaçardı.
Bir kuş kanatlarını kolayca, bir kâtip sayfalarını rahatça temizlediği gibi, uzayda bir uçak gibi gezen dünyamızın, bu semavî kuşun kanatları ve kâinat kitabının sayfaları da temizleniyor, güzelleşiyor. Ahiretin sonsuz güzelliğini göremeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, güzelliğine âşık olur, ona aşırı derecede bağlanırlar.
Demek ki, bu âlem sarayı ve kâinat fabrikası, Kuddûs isminin büyük bir cilvesine mazhardır. O mukaddes temizlik emrini, yalnızca denizlerin etle beslenen temizlikçileri ve karaların kartalları değil, kurt ve karınca gibi, cenazeleri toplayan sağlık memurları da dinliyor.
Vücutta dolaşan, kandaki alyuvar ve akyuvarlar o kutsî emri dinleyip beden hücrelerinde temizlik yaparken, nefes de o kanı tasfiye eder, temizler.
Hem o emri, göz kapakları gözleri temizlemek, sinekler kanatlarını süpürmek için dinlediği gibi, uçsuz bucaksız hava ve bulutlar da dinler. Hava, zeminin yüzüne konan toz toprak gibi süprüntüleri üfler, temizler. Bulut süngeri ise yeryüzü bahçesine su serper, tozu toprağı yatıştırır. Sonra da gökyüzünü uzun zaman kirletmemek için süprüntülerini hemen toplayıp kusursuz bir düzenle çekilir, gizlenir. Göğün güzel yüzünü ve gözünü silinmiş, süpürülmüş, pırıl pırıl bir şekilde bırakır.
Yine o temizlik emrini yıldızlar, kâinatı meydana getiren unsurlar, madenler, bitkiler dinlediği gibi, bütün zerreler de dinler ki, hayret verici değişim fırtınaları içinde temizliğe dikkat ederler. Bir yerde rastgele toplanmaz, kalabalık etmez, kirlenince hemen temizlenirler. En temiz, arınmış, parlak ve pak vaziyetleri, en güzel, en saf, en tatlı suretleri almak için hikmetli bir el tarafından sevk edilirler.
İşte bu tek fiil, yani tek bir hakikat olan temizlik, Cenâb-ı Hakk’ın Kuddûs ismi gibi bir İsm-i Âzam’ın, kâinatın geniş dairesinde görünen büyük bir cilvesidir; doğrudan doğruya O’nun varlığını ve birliğini, esmâ-yı hüsnasıyla beraber, geniş daireleri gören keskin gözlere güneş gibi gösterir.
Evet, Risale-i Nur’un birçok yerinde kesin delillerle ispat edilmiştir ki, Hakem ve Hakîm isimlerinin bir cilvesi olan tanzim etme, düzene koyma fiili; Adl ve Âdil isimlerinin bir cilvesi olan ölçülü yapma ve dengede tutma fiili; Cemîl ve Kerîm isimlerinin bir cilvesi olan süsleyip donatma ve ihsan etme fiili; Rab ve Rahîm isimlerinin bir cilvesi olan terbiye etme ve nimet verme fiili bu büyük âlem dairesinde, bir tek hakikat ve fiil olduklarından, bir tek Zât’ın vücûb[3] derecesindeki varlığını ve birliğini gösteriyorlar. Aynı şekilde, Kuddûs isminin bir mazharı ve cilvesi olan temizleme ve kirlerden arındırma fiili de, o Vacibü’l-Vücûd Zât’ın hem güneş gibi varlığını hem de gündüz gibi birliğini gösteriyor.
Bu zikredilen, düzene koyma, ölçülü yapma, süsleyip donatma, temizleme gibi hikmetli fiiller, aynı mahiyette olduklarından, en geniş dairede bir tek Sâni-i Vahid’e işaret eder. O geniş dairede birçok esmâ-yı hüsnanın, belki Allah’ın bin bir isminin her birinin böyle büyük birer cilvesi vardır. Ve o cilvelerin eseri olan fiiller, büyüklüğü ölçüsünde, açıkça ve kesinlikle, Vahid ve Ehad Yaratıcıyı gösterir.
Evet, her şeyi kanunlarına ve nizamına itaat ettiren, bütün kâinatta geçerli olan hikmet, eşyayı süsleyip varlıkların yüzünü güldüren kuşatıcı inayet, varlıkları sevindirip memnun eden engin rahmet, her canlıyı besleyip onlara türlü lezzetleri tattıran umumi rızık verme ve besleme fiili, her şeyi her şeyle münasebetli hale getiren, birbirinden faydalandıran ve birbirine bir derece sahip kılan hayat verme fiili gibi kâinatın yüzünü güldüren, aydınlatan apaçık hakikatler ve bir tek Zât’a işaret eden fiiller; ışığın güneşi göstermesi gibi, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak, Hayy ve Muhyî bir Zât’ı açıkça gösteriyor. Eğer hepsi Allah’ın birliğine apaçık birer delil olan o yüzlerce kuşatıcı fiilden biri bile Vahid-i Ehad’e verilmezse, yüzlerce yönden imkânsızlıklar ortaya çıkar.
Mesela, değil hikmet, inayet, rahmet, rızık ve hayat verme gibi apaçık hakikatler ve bir tek Yaratıcıyı gösteren deliller; belki yalnızca kâinattaki temizleme fiili bile kâinatın Hâlık’ına verilmezse, dalâlet ehlinin gittikleri küfür yolunda şunu kabul etmek gerekir: O temizleme faaliyeti ile alâkalı ya bir zerreden, bir sinekten tut, kâinatı meydana getiren unsurlara, yıldızlara kadar her bir varlık koca kâinatın süslenip donatılmasını, her şeyin ölçüyle yapılışını, düzenlenip temizlenmesini bilecek, düşünecek ve ona göre hareket edecek bir kabiliyettedir.. ya âlemin Hâlık’ının mukaddes sıfatlarına sahiptir.. veyahut bu kâinatın temizlenip süslenmesini sağlamak, ona gelen ve oradan giden varlıkların, ihtiyaç duyulan ve harcanan şeylerin dengesini düzenlemek için kâinat büyüklüğünde bir istişare meclisi vardır ve sayısız zerre, sinek, yıldız o meclisin azalarıdır. İşte her tarafta görülen, şahit olunan umumi, kuşatıcı, kusursuz faaliyetin, süsleyip donatma ve temizleme fiilinin gerçekleşebilmesi için bunlar gibi hurafe ve safsatadan ibaret yüzlerce akıl dışı ihtimali doğru kabul etmek gerekir. Fakat bunda bir değil, belki yüz binlerce imkânsızlık ortaya çıkar.
Evet, eğer gündüzün ışığı ve yeryüzündeki bütün parlak şeylerde görünen hayalî güneşçikler güneşe verilmez ve onların, bir tek güneşin yansıması oldukları kabul edilmezse, yeryüzünde parlayan bütün cam parçalarında, su damlalarında ve kar tanelerinde, belki hava zerrelerinde, hakiki birer güneş bulunduğunu kabul etmek gerekir. Ta ki, her yere ulaşan o ışığın varlığı izah edilebilsin.
İşte, hikmet bir ışıktır. Her şeyi kuşatan rahmet bir ışıktır. Kâinatı süsleme, ölçülü yapma, düzene koyma ve temizleme fiilleri de kuşatıcı birer ışıktır ki, o Ezelî Güneş’in parıltılarıdırlar. Öyleyse dalâlet ve küfür yolunun nasıl içinden çıkılmaz bir bataklığa girdiğine bak!“Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân” de Kaynak: “Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân”[4]Haşiye de, dalâletteki cehaletin, ne kadar ahmakça olduğunu gör.
Evet, kâinat sarayını tertemiz tutan bu muhteşem, umumi temizleme faaliyeti, elbette Kuddûs isminin cilvesi ve gereğidir. Nasıl ki bütün mahlûkatın tesbihleri Kuddûs ismini gösterir; aynı şekilde, hepsinin temizliğini de Kuddûs ismi gerektirir.Temizlikteki bu kutsî bağdandır اَلنَّظَافَةُ مِنَ اْلاِيمَانِ hadisi temizliği imanın nurundan saymış, اللهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ[6] ayeti de, onu Allah'ın hoşnutluğunu kazanmanın bir vesilesi olarak göstermiştir.
[1] Hapishane. Hazreti Yusuf'un (aleyhisselam) iftira ve haksızlıkla hapiste kalmasına kinaye olarak bu tabir kullanılmıştır.
[2] "Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel donatıcıyız !" (Zâriyât Sûresi, 51:48)
[3] Zorunlu, vacip, kendinden.
[4]Haşiye “Temizlik îmândandır.” Bu hususta bir çok hadis rivâyet edilmiştir. Müslim, Tahâret: 1; Dârimî, Vudû’: 2; Müsned, 5:342, 344; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 291.
[5] “Temizlik îmândandır.” Bu hususta bir çok hadis rivâyet edilmiştir. Müslim, Tahâret: 1; Dârimî, Vudû’: 2; Müsned, 5:342, 344; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 291.
[6] “Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri ve temiz olanları sever.” (Bakara Sûresi, 2:222)
1. Metin: Enginliğiyle Bizim Dünyamız. İkinci Bölüm. Tüketim Yazısı
2. Metin: Mefkûre Yolculuğu. Helal Rızık – Salih Amel Münasebeti
3. Metin: Fasıldan Fasıla-2. Öyle Bir Sultana Vezir Ol Ki..!
Metni Pdf Olarak İndirmek İçin Tıklayınız
Temizlik, İslâm’da çok mühim bir esas ve bir mânâda önemli bir rükündür. Onun içindir ki, Mefhar-i Mevcudat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Temizlik imanın yarısıdır.”[7] buyurmuşlardır.
Dinde temizlik, hem Kur’ân-ı Kerim’de hem de Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek sözlerinde tebcil ve teşvik edilmiştir.
Kuba halkı, istincâda önce taşlarla temizleniyor, sonra da su kullanıyorlardı. Onların bu davranışları bizzat Cenâb-ı Hak tarafından Kur’ân diliyle takdire şâyân görülmüştür:
“Orada temizliği seven insanlar vardır; Allah temizlenenleri sever.”[8]
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu âyet nazil olunca, hemen Kuba halkının yanına gidip onlara: “Siz nasıl bir amel işliyorsunuz ki, hakkınızda bu âyet nazil oldu?” diye sorar.
Onlar da, bir müddet düşünüp taşındıktan sonra yaptıkları işi söylerler. Yani önce taş kullandıklarını, sonra da su ile necaset mahallini yıkadıklarını ifade ederler.[9] Demek ki, onların bu kadarcık olsun temizlikte titiz davranmaları, Cenâb-ı Hak tarafından tebcile vesile sayılıyor.
Ve Allah Resûlü ferman ediyor: “Herhangi biriniz uykudan kalktığı zaman elini su kabına daldırmadan önce yıkasın. Zira o, elinin gece nerelerde dolaştığını bilemez?”[10]
Yani, önce elini yıkasın, sonra yiyeceği veya içeceği şeyi eline alsın, zira gece elinin nerelere temas ettiğini bilemez. Yani uyku hâlidir, eli her tarafta dolaşabilir. Elin dolaştığı bu yerler mikropların yaşaması için en müsait yerler olabilir. Öyle ise, uykudan kalktığınız zaman, zinhâr yıkanmadan, elinizi yiyecek ve içeceğinize uzatmayın; önce tertemiz yıkayın, sonra yapacağınızı yapın.
Burada, koruyucu hekimlik açısından bu hadisin üzerinde durulabilir ama, ben o işi erbabına havale etmek istiyorum. Bizim burada esas işaret etmek isteğimiz husus, istihlâkte temizliğin bir ön şart olması hususu ve Müslümanların bu noktaya çok dikkat etmeleri gerektiğidir.
[7] Müslim, tahâret 1; Tirmizî, daavât 86; Dârimi, vudû 2; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/342-344.
[8] Tevbe sûresi, 9/108
[9] İbn Mâce, tahâret 28.
[10] Buhârî, vudû 25; Müslim, tahâret 87-88.
Kur’an-ı Kerim’de birçok âyet-i kerimede helal ve temiz rızıklardan yeme emredilmiştir. Bu ise daha başta insanın helali araştırma istikametinde ortaya koyacağı bir ceht ve gayrete bağlıdır. Esasen her haramın başka haramlara bir çağrı olması gibi, her sevap da aynı zamanda daha başka sevaplara davettir. Çünkü her şey kendi cinsinden olan şeyleri talep eder ki, bunlar ona benzesin, onunla aynı karaktere sahip olsun ve ona arkadaş olsunlar. İnsanlar böyle olduğu gibi, davranışlarımız, işlerimiz, hareketlerimiz de kendilerine benzeyen şeylerin arkasından koşarlar. Bir ayette de işaret edildiği gibi, tabiatı itibarıyla kirli olan insanlar kirli şeyleri takip ederler; tabiatı itibarıyla temiz olan insanlar temiz şeyleri takip ederler.[11]
Şöyle de diyebilirsiniz: Temizlik, güzellik ve tayyibat, başka güzelliklere çağrıdır; pislikler, levsiyat ve habaset de hep pis şeyleri davet eder. Dolayısıyla insan, helalin peşinden gittiğinde ve bu konuda gayret gösterdiğinde zamanla hayır adına salih bir daire oluşacak ve o da hayatını bu istikamette sürdürecektir. Bu açıdan daha baştan helal ve haram ayrımının iyi yapılması gerekmektedir.
[11] "Kötü kadınlar, kötü erkekler içindir. Kötü erkekler, kötü kadınlar içindir. Temiz kadınlar, temiz erkekler içindir. Temiz erkekler, temiz kadınlar içindir. İşte onlar, (kendileri haklarında) söylenenlerden berî (uzak) olanlardır. Onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) ve kerim (Allah’tan ikram edilen) rızık vardır." (Nur sûresi, 24/26)
Erzurum’da bir Habip Baba varmış eskiden (4. Murat devrinde). Evliyaullahtan bir zat... Bu zat, hacca gitmeye karar vermiş. O günlerde hacılar yurdun dört bir yanından gelip İstanbul’da toplanır, oradan da kervanlar hâlinde yola çıkarlarmış. Habip Baba da: “Yola çıkmadan önce bir temizlik yapayım.” deyip İstanbul’da bir hamama gidivermiş. Aksilik ya, o gün o hamama vüzerâ gelecekmiş; dolayısıyla da kimse içeri alınmamış. Habip Baba da bu yasağa takılmış ama: “Ben şuracıkta bir kurnada yıkanıveririm.” diye yalvarıp yakarınca sadece ona hususi bir izin çıkmış.
Biraz sonra vezirler bütün ihtişamları ve debdebeleriyle cümbür cemaat gelivermişler. Bu arada 4. Murat da, tebdil i kıyafet ederek halktan biriymiş gibi, o da bu hamama gelmiş o da yalvarıp yakarmış: “Şuracıkta bir kurnada su dökünürüm.” demiş ve zorla içeri girmiş. Tabi bizim Habip Baba ile aynı kurnaya düşmüşler. Derken birbirlerinin sırtlarını keselemeye sıra gelince bir ara 4. Murat: “Bir bize bak, bir de şu vezirlere. Bu dünyada padişaha vezir olmak varmış.” deyince, Habip Baba: “Bırak sen onu dostum, öyle bir Padişah’a vezir ol ki, bütün bu vezirlerin padişahına, senin uyuzlu sırtını keseletsin.” deyivermiş... Evet, kerametle tanımıştır Padişah’ı... İnsan, Gerçek Padişah’a kul olunca insanlara değil, kâinata bile hükmedebilir.